14 MART TIP BAYRAMI TARİHÇESİ
"Tıbhane-i
Amire ve Cerrahhane-i Amire” adlı tıp okulunun açılış tarihi olan 14 Mart 1827,
ülkemizde modern tıp eğitiminin başlangıcı olarak kabul ediliyor.
Tıp
Bayramı, ilk kez, 1. Dünya savaşı sonunda, İstanbul'un işgal edildiği günlerde,
yabancı işgal kuvvetlerine karşı tıp öğrencilerinin bir tepkisi olarak 1919
yılında kutlandı. Günümüze kadar gelen bu 14 Mart kutlamaları, artık içinde
bulunduğu haftayı da kapsayacak şekilde, “Sağlık Haftası” olarak kutlanıyor.
Tıbbın
ilk insanla birlikte başladığı söylense de, genelde kabul görmüş olan ilk tıp
büyüğü Aesculapius'dur. Kendisinden ilk kez İlyada'da Homeros bahsetmiştir:
“Çağır Asklepios oğlunu, kusursuz hekimi” demektedir. Önce Zeus'un gazabıyla
yıldırım çarpmasıyla öldürülen Asklepios daha sonra yine Zeus tarafından tıp
tanrısı olarak ilan edilir. Tıp amblemlerinde yer eden, temeli doğu kültürüne
dayanan ve tarihi M.Ö. 3000' lere uzanan yılan figürü de, Asklepios ve O'nun
asası ile bütünleşmiştir. Hatta Asklepios sözcüğünün grekçe “Askalabos”
sözcüğünden geldiği söylenir ki, bu da yılan anlamına gelir. Ve Asklepios'un
şifa veren gücünü yılandan aldığı, halkın da adaklarını Asklepios'a değil de bu
yılana sunduğu söylenir. Öyle ya da böyle, yılanlı asası ile Asklepios tıp tarihinin
önemli dönemeçlerinden birini tutan bir sembol olarak yerini almıştır.
Mitolojiden
öte, yaşadığı kesin olarak bilinen ve hizmetleri sonucu tıbbın babası olarak
kabul gören ise Hippocrates olmuştur. M.Ö. 460–450 yılları arasında Kos
adasında doğan ve babası da doktor olan Hipokrat'ın tıbba katkıları ve
getirdiği felsefe dünya tıp çevrelerince hâlâ kabul görür ve bu sebeple birçok
ülkede hekimler mezun olurken “Hipokrat Andı” adı altında meslek yemini
ederler.
KİŞİLER DEĞİL DE OLAYLAR YÖN
VERMİŞ
Osmanlı
tıbbı 15. ve 16. yüzyıllara kadar İslam tıbbının etkisi altında kalmış. Bu
sırada batıda 14. yüzyılda İtalya'da başlayan Rönesans 15. ve 16. yüzyıllarda
bütün Avrupa'ya yayılmış. Tıp alanında da birçok buluş ve ilerlemeler
kaydedilmiş. Osmanlı'da ise 17. yüzyıldan itibaren her sahada ortaya çıkan
bozulmalar tıp eğitiminde de kendini göstermiş ve tıp medreseleri eskisi kadar
yeni bilgilerle donatılmış hekimler yetiştiremez olmuş. Ayrıca batıda yazılan
Latince, İtalyanca, Almanca tıp kitaplarını hekimler takip edememişler, dil
bilen sayısının az olması, matbaanın Osmanlı'ya geç giriş ve kitap basmanın
1729'da başlamasından dolayı kitaplar tercüme edilmemiş ve yeterince
basılamamış. Az sayıda bazı Osmanlı hekimleri ve bilim adamları kendi çabaları
ile dil öğrenerek bu yenilikleri takip etmişler ve bu bilgileri de katarak
kendi kitaplarını yazmışlar. Ama bu bilgileri yine de hekim adaylarına
yeterince iletememiş.
19.
yüzyıla geldiğinde durum tıp eğitimi açısından pek iç açıcı değilmiş. Tıp
medreseleri eski parlak dönemlerini kaybetmiş, hatta bazıları kapanmış. Bu
arada ortalığı azınlıklardan ve Avrupa'dan gelen, yabancı hekimler sarmış.
Mütabbib (tabip olmayan sahte hekim) hekimler serbest hekimlik yaparak, orduda
da görev alarak birçok insanın ölümüne sebep olmuşlar. Bunların önlenmesi için
birçok ferman çıkarılmışsa da engel olunamamış. Çünkü yeterli tıp eğitimi
verilmediği gibi yeterli sayıda hekim yetiştirilemiyormuş. İtalyanca ve
Fransızca bilen az sayıda hekim gelişmeleri takip ederek çevresinde yararlı olmaya
çalışmışlar. Bunlardan Şanizade Mehmet Ataullah (1771–1826), Mustafa Behçet
Efendi (1774–1834) gibi büyük hekimler bu durumdan çok rahatsız olmuşlar ve
yeni tıbbın tıp eğitimine girmesini savunmuşlar.
III.
Selim zamanında yeni tıp eğitimi veren, bir Tıphane açılması düşünülmüş. Teşrih
(anatomi) yasağından dolayı ulemadan çekinen III. Selim buna cesaret edememiş,
Rumlara tıp fakültesi kurmaları için izin vermiş. (1805). O dönemin hekimbaşısı
21 yaşında ilk hekimbaşılığını yapan Mustafa Behçet Efendi'ymiş. Bu dönemde de
yeni tıp eğitimi veren bir Tıphane kurulması için çaba sarf etmiş, ama amacına
ulaşamamış. Nitekim Mustafa Behçet Efendi, II. Mahmut zamanındaki hekimbaşılığı
sırasında (53 yaşında) tıp eğitiminin düzeltilmesi için yeniden büyük bir çaba
içine girmiş ve 1827 yılında bu amacına ulaşmış.
Sultan
II. Mahmut 1826 yılında uzun zamandır uğraştığı bir meseleyi halletmiş. Düzeni
tamamen bozulmuş olan yeniçeri Ordusu'nu ortadan kaldırıp (17 Haziran 1826)
yeni bir ordu kurmuş (Askair-i Mansure-i Muhammediye). Bu yeni orduya bir hekim
ve cerrah yetiştirilmesi gerekiyormuş. Bunu fırsat bilen hekimbaşı Mustafa
Behçet Efendi 26 Aralık 1826'da II. Mahmut'a, arada da üç dilekçe vererek, yeni
tıp okulunun kurulmasının amacını, bu okulun nasıl ve nerede kurulacağı
konusunda teklifini yapmış ve Padişah da onaylamış.
14 MART 1827'DE TIP OKULU
AÇILDI
Bizde
tıp bayramının ne zaman kutlanacağı, ya da hangi tarihle ilişkilendirilmesi
gerektiği sorusu ancak yakın tarihimizde cevap bulabilmiş. Sultan II. Mahmut'un
yenilikçi hareketleri sonucu, hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi'nin de
katkılarıyla batılı anlamda ilk tıp mektebi olan, Tıphane-i Amire ve
Cerrahhane-i Amire 14 Mart 1827 Çarşamba günü Şehzadebaşı'ndaki
Tulumbacıbaşı Konağı'nda kurulmuş. Bu şekilde, tıp tarihimizde 14 Mart yerini
almış. Aynı bina içinde Tıphane ve Cerrahhane eğitimlerini ayrı ayrı
yapıyormuş. Tıp eğitimi o yıllar batıda olduğu gibi dört yılmış, son sınıfta
hocalar tarafından usta ve yetenekli olanlar tesbit edilerek sınava alını ve
başarılı olanlar askeri hastanelere veya ordunun tabur alaylarına muavin tabip
unvanı ile tayin ediliyorlarmış. Orada bir hekimin gözetiminde birkaç sene
çalışıp deneyim kazandıktan sonra da serbest hekim oluyorlarmış.
Tıphane-i
Amire 1827'den 1836'ya kadar Şehzadebaşı'ndaki Tulumbacıbaşı Konağında gündüz
eğitimi yapıyormuş. 1836 yılında Sarayburnu'ndaki Askeri Kışla'ya (Otlukçu
Kışlası'na) taşınmış. Ayrı binada eğitim gören Cerrahhane de burada tıp eğitimi
ile birleşip, eğitim yatılı hale getirilmiş. Bu binanın yetersiz hale gelmesi
ile Galatasaray'daki Enderun ağaları okulu tekrar elden geçirilip duzenlenmiş
ve Tıbbiye 1839'da Galatasaray'ya taşınmış. Bu okula Mekteb-i Tıbbiye-i
Adliye-i Şahane adı verilmiş.
Bu
okulun 17 Şubat 1839'da açılışı Sultan II. Mahmut tarafından yapılmış ve
eğitiminde yeni düzenlemeler getirilmiş. Eğitim dili Fransızca olmuş ve öğrenci
alınmaya başlanmış. Eğitim dilinin Fransızca olması zamanla hekim sayısında
azalmaya yol açmış. Nitekim 1867 yılında Türkçe tıp eğitimi yapan Mekteb-i
Tıbbiye-i Mülkiye (Sivil Tıp Mektebi) açılmış. 1870 yılında da askeri tıp
okulunda dersler Türkçeleşmiş. 1878 yılında şimdiki Sirkeci Tren İstasyonu
yanındaki Demirkapı Askeri Kışlası'na taşınmış. 1894 yılında Sultan II.
Abdülhamit'in emriyle Haydarpaşa'daki Tıbbiye Binası inşa edilmeye başlanmış.
Bu görkemli binaya 6 Kasım 1903'te taşınılmış. Önce Askeri Tıbbiye sonra, Sivil
Tıbbiye taşınmış ve 1909 yılında iki mektep birleştirerek Darülfünun Tıp
Fakültesi olmuş.
İLK KUTLAMA 1919'DA
İlk
tıp bayramı 14 Mart 1919'da, işgal altındaki İstanbul'da, tıp öğrencileri
tarafından kutlanmış. Tepkilerini bu şekilde dile getirmeye çalışan
öğrencilerin bu törenine Dr.Fevzi Paşa, Dr.Besim Ömer Paşa, Dr.Akil Muhtar
(Özden) gibi dönemin ünlü hocaları da katılmış.
1933'de
“Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane” İstanbul Üniversitesi'ne dâhil olmuş.
Peşinden de 1945'te Ankara Tıp Fakültesi, 1954'te Ege Tıp Fakültesi kurulmuş. Derken
bugünlere gelinmiş...